#Araştırma

Hedef Almaya Rağmen: Tahran Sadr Hareketi’ni Ehlileştirmeyi Başaramadı

(Bu metin Ağustos 2023’te yayımlanan orijinal Arapça versiyonundan tercüme edilmiştir.)

Yazar: Mücahit Altai

Yeşil Bölge’deki kanlı olaylar ve hafif ve orta silahlarla yaşanan çatışmalar, Sadr hareketinin lideri Mukteda El Sadr’ın 29 Ağustos’ta “nihai” olarak sahneden çekildiğini ve siyasi faaliyetlerden emekli olduğunu açıklamasından önceki son eylemlerini yansıtıyordu. Ancak Hareket liderinin dolaylı olarak siyaset sahnesine dönüşü, Dava Partisi genel merkezi ve diğer bazı muhaliflerinin Irak’ın 10 vilayetindeki genel merkezlerinin, babasına (Dini otorite Muhammed Sadık El Sadr) hakaret etmekle suçlandıktan sonra yakılması ve kapatılmasıyla kendini gösterdi. Bu olaylar İsveç büyükelçiliğinin Kur’an-ı Kerim’e hakaret nedeniyle basılması ve yakılmasına ek olarak yaşandı.

Mevzubahis eylemler, Sadr Hareketi’nin zihniyetini ve 2021 seçimlerinden istifade edilememesinden bu yana muhalifleriyle olan etkileşimini açıkça ortaya koyuyor. Hareketin siyasi faaliyete bağlı olarak seferberliği ve varlığı, yapının birkaç aylık bir ara vermesine rağmen bozulmadan devam ediyor. Özellikle Sadr hareketinin bu dönemde maruz kaldığı hedeflenme -siyasi faaliyetten çekilmesinden muhalif parti bürolarının yakılması yoluyla dolaylı olarak geri dönüşüne kadar uzanan- yapının en önemli dini dayanaklarından bazılarına aykırıydı. Bu durum, hareketin dini otoritesi Kazım Al-Haeri’nin tuhaf istifası, Sadr’ın dini otorite olan babasına hakaret ve Kur’an-ı Kerim’e hakarette temsil ediliyor.

Sadr Hareketi’nin iki olayda vermek istediği mesaj şiddet kullanılmasına rağmen alındı. Sadr Hareketi kendisini mezhep çatışmalarına karşı uyaran, meydana gelen şiddet eylemlerine muhalif bir yapı olarak gösterdi. Hareket, kendisini şiddeti durdurmanın garantisi ve takipçilerini kontrol edip eylemlerini durdurabilen tek varlık olarak lanse etti. Bu, Sadr’ın Hareket’in lideri olarak varlığının ve bir bütün olarak Irak için, fırsat buldukça onu hedef alıp zayıflatmak isteyen muhalifleri için daha faydalı ve güvenli olduğu anlamına geliyor. Bu, Hareket’in Mukteda el-Sadr’dan başkası tarafından, onun tavsiyeleri ve rehberliği olmadan bastırılmasının zor olduğunu gösteriyor.

İran ve Müttefiklerinin Saldırıları Sadr’ı Değiştirmedi

Sadr Hareketi, liderinin “siyasi faaliyetlerden emekli olduğunu” açıklamasından önce ve sonra çok sayıda siyasi başarısızlıkla ve onu zayıflatmaya yönelik girişimlerle karşı karşıya kaldı. Bu siyasi başarısızlıkların çoğu, popüler kazanımların siyasi kazanımlara dönüştürülmesini engellemeye yönelik hedefli ve organize çabalardan kaynaklandı. Sadr’a ilk büyük darbe, kendisinin “çoğunluk hükümeti” olarak tanımladığı bir hükümet kurma ve siyasi kota sisteminden uzaklaşma hedefine ulaşmasını engellemekti. Bunun nedeni, rakiplerinin, anayasanın kendisinden daha fazla savundukları bu kutsal siyasi normun sürdürülmesindeki ısrarıydı. Bu gerileme, hareketin bir dizi gerici adımına kapıyı açtı. İkinci darbe Sadr’ın seçeneklerini daraltma çabalarının ardından hukuki alanda geldi ve Hareket’in sandalyelerin çoğunluğunu kazanmasına rağmen parlamentodan çekilme ve istifa açıklamasına yol açtı ki bu Sadr’ın bugüne kadar bedelini ödemeye devam ettiği stratejik bir hataydı.

Üçüncü darbe ise bir yandan Erbil, diğer yandan Anbar (Barzani ve El-Halbusi) ile olan ittifakından dolayı siyasi bir “kayıp”tı. Kürdistan Demokrat Partisi ve Halbusi liderliğindeki Egemenlik İttifakı, El Sadr ile ittifaklarından etkilenmiş ve Sadr Hareketi’nin çabalarının ve bileşenlerin siyasi temsilini güç paylaşımı ilkesinden uzakta bu üç kazanan Şii, Sünni ve Kürt yapı ile sınırlama hırsının bedelini ödemiş ve ödemeye de devam etmektedir. Daha sonra Sadr’dan parlamentodan istifa kararı geldi.

Ve tek taraflı olarak istifa etme kararı alarak iki müttefikini, Sadr’ın geri çekilmesini kendilerini hedef alma ve zayıflatma fırsatı olarak gören hasımlarına açık bıraktı. Onlar, ana bileşene karşı bir komploya öncülük etmekle ve Şii liderliğin başbakanlık pozisyonu için yaptığı anlaşmayı devre dışı bırakarak Sadr hareketini kandırmakla suçlandılar.

Yeşil Bölge’deki olaylar ve burada şiddet kullanımı, harekete askeri açıdan dördüncü darbeyi temsil ediyordu. Ayrıca bu olaylar hareketin reform çağrısına ve silahların yalnızca devletin elinde bulunması düşüncesine karşı bir çelişki yaratıyordu.

Beşinci darbe medyayla ilgiliydi ve kamuoyunu etkiledi. Bu, yapıya güvenen ve seçimlerde yalnızca ona oy verenler arasında yaygın bir hayal kırıklığı hissinin ortaya çıkmasından sonra geldi. Daha sonra Hareket’in, iktidarı, bakanlıkları, parlamentoyu ve hayati devlet kurumlarını “yozlaşmış, cüretkar, kontrolsüz silahlı gruplar ve dış gündemler için çalışanlar” olarak tanımladıkları kişilere bıraktığını gördüler.

Altıncı ve en önemli darbe ise Sadr Hareketi’ni kuşatmaya, köklerini kesmeye, dini ve doktrinel bağlarını koparmaya yönelik bir dizi adım etrafında dönüyor. Bu kampanya henüz sona ermedi ve Sadr hareketinin manevi mercii İran’da yaşayan Kazım El-Haeri’nin istifasını açıklamasıyla nadir bir hamleyle başladı. Ancak Haeri bununla sınırlı kalmadı ve “takipçilerine” bağlılıklarını, Sadr’ın muhaliflerinin çoğunun takip ettiği ve bu nedenle Sadr’ın incelikli bir şekilde eleştirdiği İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e yönlendirmeleri çağrısında bulundu.

Aynı bağlamda, bir süre sonra Sadr’ın muhalifi Nuri el Maliki ile bağları olan İshak el-Fayad, müteveffa kişilerin ana dini merci olarak görülmesini ve takip edilmesini yasaklayan bir fetva yayımladı. Bu, Sadr Hareketi’nin sosyal ve dini kimliğine yönelik bir tehdit anlamına geliyordu. Bu, Sadrcıların bir kısmının Seyyid Muhammed El-Sadr veya Seyyid Muhammed Bakır El-Sadr’ı fıkhî olarak takip etmemesi anlamına geliyor. Bu da Sadr ailesinin dini etkisini sona erdirmek ve onların fıkhî mirasının gelecek nesiller için devamlılığını engellemek anlamına geliyor.

Bu, Haeri’nin istifasıyla yaptığı ihlali onarmaya çalışan Mukteda el-Sadr’ı etkili bir şekilde engelledi ve böylece Sadrcıların, baba el-Sadr’a dönmeden diğer dini mercileri takip etmelerine olanak tanıdı. Mukteda el-Sadr, mercilerini kaybeden Sadrcıların işlerini kolaylaştırmak için babasının mirasından yararlanma konusunda istekliydi. Bu hamle, Sadr’ın muhaliflerinin Sadr taraftarlarını birden fazla dini merciye göre parçalamalarının önünü açtı.

Sadr Hareketi’nin içinde bulunduğu çıkmaz, doktrin açısından kendisi için en tehlikeli olan hamleyle daha da ağırlaştı. Bu, Sadr hareketi içinde kendilerine “Davanın Sahipleri” diyen bir grubun ortaya çıkması yoluyla bizzat Sadr’ın statüsünün hedef alınmasıyla geldi. Bu grup, Mukteda  el-Sadr’ın beklenen Mehdi olduğunu beyan etmiştir. Böyle bir beyan, bazılarının “Irak’ın Hasan Nasrallah’ı” olma veya hem siyasi hem de dini referansları birleştirme arzusu olarak tanımladığı bir hırsa sahip olan Sadr’ın arzularına uyduğundan, Sadr’ın hem takipçileri hem de bütün Şiiler arasındaki statüsünü potansiyel olarak düşürebilir. Bu deklarasyon, Sadr’ın sahip olduğu her türlü prestiji geçersiz kılmayı amaçlayan, derinlemesine hesaplanmış doktrinel bir hareketti. Mukteda’nın dini ve siyasi emelleri olsa da ‘Beklenen Mehdi’ olmak gibi bir emeli yok.

İran’ın, ‘Koordinasyon Çerçevesi’nin’ ve onlarla ittifak kuran güçlerin dayattığı yukarıda bahsedilen baskı ve engellerin birikmesi, ister mali, ister doktrinel, ister güç açısından Sadr Hareketini etkileyen sonuçlar doğurdu. Sadr Hareketi, Mukteda’nın  Mercii Haeri’nin temsilcisi olarak denetlediği ‘‘Hum’u’’ (Şiilikte dini bir vergi) yönetme ve toplama “haklarını” kaybetti. Bu durum Hareket’e bağlı dini kurumların ve okulların felç olmasıyla sonuçlandı. Sadr Hareketi, parlamentodan

İran Nüfuzunun Dışında Çalışmak

İran yıllardır Irak’taki tüm Şii gruplarla çelişkilerine rağmen ilişki kurmayı ve onları tek çatı altında birleştirmeyi başardı. Bir grup İran dini merciine göre hareket etmese bile ona karşı hareket etmekten kaçındı. El Sadr Hareketi, Şii güçler arasında bu şemsiyeye entegre edilmesi en zor yapı olarak ortaya çıktı ancak denkleme yeni bir faktör girene kadar doğrudan bir tehdit oluşturmadı. Bu, Ekim 2019 devriminin patlak vermesi, Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi el-Mühendis’e suikast düzenlenmesi ve yönetim sistemi dışında siyasi güçlerin doğuşu ile belirginleşti. Bu güçler, Irak’taki İran etkisine karşı çıkarak, genel Irak kamuoyunda, özellikle Şiiler arasında ve spesifik olarak El Sadr’ın takipçileri arasında, İran’ın müdahalelerini reddeden bağımsız bir ulusal politika oluşturma ihtiyacına dair büyüyen duyguyu yeniden canlandırarak kendilerini ayrıştırdılar.

Irak’a sadık güçler, baskıcı ve faydalı güç araçlarının yanı sıra gözdağı ve ayartma yöntemleri kullanarak Tişrin güçlerini ehlileştirmeyi ve onları ağırlıklı olarak İran tarafının kontrol ettiği yönetim sistemine entegre etmeyi başardılar. Ancak Tişrin Hareketi’nin doğurduğu güçler İran nüfuzu altına girince Sadr Hareketi bundan ayrıldı. Böyle bir ayrılma, Tahran’ın müttefik güçleri için Tişrin güçlerinin seferber edilmesinden daha büyük bir tehdit oluşturuyordu. Sadık güçler, herhangi bir aksamadan uzakta, hükümetin istikrarını, ekonomik çıkarlarını ve güç ayrıcalıklarının devamını hedefliyor. Öyle ki iktidara geldiklerinden itibaren Amerikan çıkarlarına ve müttefiklerine yönelik operasyonlarını durdurdular.

Sadr Hareketi: Sadık Güçlerin Yaklaşan Belalı Düşmanı

Sadr Hareketi, kaynaklara, yeteneklere, örgütlenmeye, seferberliğe ve iktidar deneyimine sahip olarak İran şemsiyesinin dışına çıktı. Muhalefetten yana eleştirel bir medya söylemiyle birlikte, çıkarlarını silahlı kuvvetlerden koruyan silahlı bir kanadı var. Liderliği net yönergeler çerçevesinde hareket etmiyor, bu da bir sonraki hamlesini tahmin etmeyi zorlaştırıyor. Bütün bunlar iktidardaki etkili Şii güçleri ve Irak hükümetini onları doğrudan kışkırtma konusunda ihtiyatlı hale getiriyor. Sadr Hareketi içindeki kaynaklara göre, “Sudani’nin yapıya birçok pozisyon teklif ettiği ancak hareketin hepsini reddettiği”, “Sadr Hareketi liderine çok sayıda mesaj gönderdiği ancak bunlardan herhangi birine şimdiye dek yanıt alamadığı” bildirildi.

Sadık gruplar, Sadr Hareketi’nin askıya alınmasından önce ve sonra yapıya gizlice saldırmak ve onu zayıflatmak için çalıştı. Ayrıca bu durumla provokatif bir şekilde ilgilendiler, yapıyı dürtüsel hatalar yapmaya ve duygusal tepkiler vermeye motive etmeye çabaladılar. Ancak Hareket’in siyaset sahnesine dönüşünün işaretleri ortaya çıktıkça bu aşama da sona erecek gibi görünüyor. Hareket’in özellikleri ve liderlik davranışı eskisi gibi devam ediyor, ancak şu farkla: Hareket zayıflamasına ve etkisinin azalmasına rağmen daha fazla deneyim kazandı. Ancak İran ve müttefikleri bugüne kadar Hareket’i ehlileştirme ve tekrar İran nüfuzu altına alma konusunda başarılı olamadı.

Sadr Hareketi Dışındaki Tehditlerin Ortadan Kalkması

Önceki aşama boyunca Şii siyasi ve silahlı güçler, tehditleri kendi mezhepsel veya otoriter perspektifleri (örneğin, Kürtlerin ayrılma ve bir Kürt devleti kurma istekleri veya Sünni güçlerin Irak’ın batı ve kuzey vilayetlerinde Kürt Bölgesi’ne benzer bir devlet yapılanması kurma riskleri) ya da da terörizmle ilgili riskler ve Tahran’a sadık yönetim sistemini tehdit etmesi bağlamında değerlendirdi.

Mevcut göstergelere göre İran’a bağlı Şii partilerin otoritesine yönelik tehditler hem yerel hem de bölgesel olarak azaldı. ABD, Irak’a olan odağını azalttı ve Irak’ta İran’la yüzleşmek için kullandığı araçları, doğrudan çatışmayı teşvik etmeden, ekonomik yaptırımlara ve İran’a karşı olan güçlere verdiği desteği sürdürmeye dönüştürdü. Ayrıca Washington, Tahran’la nükleer programına ilişkin müzakerelerde bulunuyor. Ortadoğu bölgesi aynı zamanda bir yanda Katar, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır ile diğer yanda Suudi Arabistan, İran, Türkiye ve Mısır arasında bölgesel uzlaşmalarda yaşanan kayda değer gelişmelere tanık oluyor. Irak’ın kendisi de bazı Körfez ülkeleriyle çeşitli görüşmeler yapıyor. Daha önce bölgesel anlaşmazlıklar ve rekabet Irak’ı doğrudan etkileyerek siyasi ve güvenlik istikrarsızlığına katkıda bulunmuştu.

Bugün Sadr Hareketi dışında İran’la ittifak kuran partilere yönelik yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde büyük ve açık bir tehdit bulunmuyor. Bu, hem otorite ve nüfuz açısından hem de dini otorite düzeyinde doğrudur; bu durum, Irak’ın en yüksek dini otoritesi Ali El Sistani’nin potansiyel ölümü ve onun yerine geçecek kişiyi seçmek için açık mekanizmaların bulunmaması ile daha da önemli hale gelecektir. Bu, Irak üzerinde Fars dini otoritesini savunmaya çalışanlar ile bu otoriteyi ortadan kaldırmaya çalışanlar arasındaki gizli bir mücadelenin ortasında meydana geliyor.

Sonuç olarak, El Sadr’ın muhalifleri, Şii Muhammed El Sudani’nin liderliğinde “Koordinasyon Çerçevesi” hükümetini kurdu. Ayrıca küresel enerji şirketleriyle milyarlarca dolar değerinde büyük anlaşmalar yaptılar ve farklı sektörlerde başka anlaşmalar için de pazarlıklar yapıyorlar. Bütün bunlar, özellikle önümüzdeki üç yıl için Irak tarihinin en büyük bütçesinin tek seferde kabul edilmesinin ardından, Sadr Hareketi’nin geri dönüşünü yerel ve uluslararası tarafların çıkarları açısından daha zor ve riskli hale getirecek. Ancak tüm bunlar, rakiplerinin onunla nasıl başa çıkacağına ve Sadr’ın, uzlaşmaları kabul edecek şekilde ehlileştirilemeyecek inatçı bir yerel parti olarak geri dönüşünün oluşturduğu tehdidin boyutuna bağlı olacak. Hele ki dönüşü herkese zarar vereceği veya muhalifleinin menfaatlerini azaltacağı veya sekteye uğratacağı için.

Sadr Hareketi ise siyasi donukluğunu uzun süre sürdüremeyecek. Böyle bir adım, onu yalnızca dini bir otorite olarak değil, aynı zamanda İran’la ilişkiler ile Irak’ın ulusal çıkarları arasında denge kurmaya çalışan ulusal bir figür olarak gören destekçilerinin önemli bir bölümünü kaybetmesine yol açacaktır.

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir